Herkese merhabalar, Ben Klinik Psikolog Fehime Kocaoğlu. İnebolu’da doğmasam da 11 yaşımdan üniversite yıllarıma kadar orada büyüdüm. Anne ve babam hala İnebolu’da yaşıyor; bu yüzden İnebolu, benim için hep “eve dönüş” duygusunu taşıyor. İnebolu’yu ve doğasını hep derin bir özlemle hatırlıyorum. O özlemi biraz olsun giderebilmek adına, bundan böyle her hafta psikoloji alanındaki farklı konular üzerine yazılarımla burada olacağım.
Görüşmek dileğiyle 🌿

Güneşin doğduğu ve battığı yer aynı olduğunda, insan fark eder: her başlangıç bir bitişin içinde saklıdır. İnebolu’nun ufku, insana bu döngüyü hatırlatıyor. Belki de bu yüzden İnebolu’nun doğası sadece bir manzara değil, bir öğretmendir. Burada deniz, bize hep hatırlatır: her şey döner, yenilenir, iyileşir.

Kendimi bildim bileli doğaya karşı güçlü bir bağ hissediyorum. Psikolojide buna “biophilia” diyorlar; yani insanın doğaya, canlılara, yaşama duyduğu içsel sevgi ve bağ. Edward O. Wilson, bu kavramı “yaşamı sevme içgüdüsü” olarak tanımlar. Bence bu içgüdü, İnebolu’nun tuzlu havasında, dalga sesinde, rüzgarla karışan çam kokusunda hala canlı. Fakat şehirler büyüdükçe, ekranlar daha da parlaklaştıkça, bu içgüdünün sesi kısılıyor.

Oysa doğa bize sabrı öğretir. Bir ağacı ektiğinizde, onun meyve vermesi için beklemeniz gerekir. Doğa, zamanı eğip bükmeye çalışan insana “olgunlaşmak” kavramını hatırlatır.
Bazen her şeyi doğru yaparsınız ama ürün istediğiniz gibi olmaz. Sonra fark edersiniz; belki de sadece yanlış zamanda ekmişsinizdir. Doğa, hatalarımızı affeder ama unutmaz; bir sonraki denememiz için bize ipucu bırakır. Anne- babamdan bana kalan çok değerli bulduğum öğretilerden biri de şudur; “Ağaçtaki tüm meyveler toplanmaz.” Kuşlar ve arılar için de bırakılır, doğada yaşayan tüm canlıların hakkı vardır o ağaçta ya da fasulyede ve ne kadar paylaşırsan o kadar çoğalırsın.

Bugün, doğadan uzaklaştıkça bu bilgeliği de kaybediyoruz. Richard Louv, “doğadan yoksunluk sendromu” der buna. Yani çocuklar, hatta yetişkinler bile, artık toprağa dokunmadan, deniz kokusunu duymadan, sadece pencereden gökyüzüne bakarak büyüyorlar.
Ve ironik bir şekilde, ruhsal olarak daha yorgun, daha kırılgan hale geliyoruz.

Eğer dinlersek doğa hala bizimle konuşuyor. Son araştırmalar gösteriyor ki ağaçlar köklerindeki mantar ağları sayesinde birbirleri ile iletişim halindeler. Birinin besini azaldığında ya da gölgede kalıp yeterli ışığı göremediğinde diğer ağaçlar onlara mineral yardımında bulunuyorlar. Biz insanlara da unuttuğumuz bir şeyi hatırlatıyorlar: Birlik olmak, birbirimizi beslemek, dayanışma içinde kalmak…İstiklal madalyalı tek ilçemizle de, ne büyük bağı yok mu bu dayanışmanın? Ne ara unuttuk tarihteki tüm yaşananları da doğa talanına karşı ağzımızı açmaz olduk?

Boyranaltı sahilde yürürken, dalgaların sesiyle birlikte içimde şu cümle yankılanıyor: “Doğa, insanın aynasıdır.” Ve o aynaya her baktığımda, kendimizi ondan ne kadar uzaklaştırdığımızı görüyorum.

Bu yüzden, doğadan kopmanın sadece çevresel değil, ruhsal bir yoksunluk olduğunu hatırlamalıyız. İnsanın huzuru, doğanın dengesine bağlı. Çünkü doğa bizim için var değil, biz doğayla birlikte varız. Ve belki de İnebolu’nun güzelliği tam da burada saklı… Doğayla uyumun insana kattığı sessiz bilgelikte.

📚 Kaynakça

  • Wilson, E. O. (1984). Biophilia. Harvard University Press.
  • Louv, R. (2005). Last Child in the Woods: Saving Our Children from Nature-Deficit Disorder. Algonquin Books.
  • Jung, C. G. (1964). Man and His Symbols. Aldus Books.
  • May, R. (1983). The Discovery of Being: Writings in Existential Psychology. W. W. Norton & Company.