Küçük bir yerde büyüdüm ben. Herkesin birbirini tanıdığı, çocukların komşu bahçelerden erik erik çaldığı... Çoğu zaman aileler bunun takasını yapardı, ama o hızlıca alıp kaçma eyleminin çocuklukta ayrı bir keyfi vardı. Annelerin birbirinin çocuğuna da “kızım/oğlum/yavrum” diye seslendiği bir yer. Ama bir cümle, bütün o sıcaklığın içinde hep tuhaf bir yankı gibi kalırdı kulağımda: “Anne olunca anlarsın.” Bu cümleyi yıllar geçip de bir sürü eğitim almakla kalmayıp, empati üzerine eğitimler verdiğim şu yaşımda hala duyuyorum.

Bu söz, sanki bir sessizlik yemini gibi; “Şimdi anlamazsın, çünkü daha ebeveyn değilsin” demenin başka bir yolu. Ama ben küçükken de hissediyordum; çocukların sevgisi, ebeveynlerin sevgisinden daha saf, daha sabırlı, daha inatçı olabiliyor. Ayrıca empati yapabilmek için danışanlarımızın yaşadıkları her durum içinde olmamız gerekseydi yanmıştık. Bazen benim de daha az empat olmayı dilediğim zamanlar yok desem de yalan olur. Bu konuyu başka bir yazıda detaylandırabiliriz.

Çocuklar, anne-babalarını onların kendilerini sevdiklerinden daha çok seviyor. Bunun nedeni karmaşık değil aslında. Biz çocuklar, ebeveynlerimizin geçmiş yaralarına tanıklık etmedik, onların şemalarını inşa etmedik. Ama onlar, farkında olmadan/ istemeden de olsa bizim şemalarımızın mimarı. Yine de biz, onlara bağlı kalıyoruz. Onların gülüşüne, onayına, sevgisine muhtaç bir sadakatle...

Psikoloji buna ‘bağlanma’ diyor, türün devamlılığı için bir içgüdü, ama aynı zamanda çocuğun varlığının duygusal temeli. John Bowlby’ ye göre çocuk, hayatta kalmak için bakım verene bağlanmak zorundadır. Bu sadece duygusal bir bağ değildir; çocuğun varlığının temelidir. Yani çocuk, ebeveyni tarafından reddedilse bile bağ kurmaktan vazgeçemez. Çünkü sevgi, onun için güvenliktir.

Peter Fonagy ise bir adım öteye gider ve “Çocuk sevgiyi taklit ederek değil, anlaşıldığında öğrenir” der. Bakım veren, çocuğun duygusuna ayna tutabildiğinde, onunla duygu regülasyonu yapabildiğinde, çocuk kendi iç dünyasını fark eder. Ama o ayna eksikse? O zaman çocuk, sevilmek uğruna kendinden vermeye başlar. Duygularını bastırır, “iyi” çocuk olur. Ve bir gün büyürken fark eder ki, hep başkalarını anlamış ama kimse onu anlamamıştır.

O yüzden çocukların sevgisi kanla geçmese de dirençlidir. Travmaya rağmen sevmeyi sürdürürler. Küçük bir sevgi kırıntısı için kendi varoluşlarından vazgeçmeyi göze alırlar. Ve biz yetişkinler, o sevgiyi doğal sanırız. Oysa o, hayatta kalmanın bir biçimidir.

Anne olunca mı anlarız? Belki… Ama bence anne olunca değil, çocukluğumuza dönüp bakabilmeyi göze aldığımızda anlarız. Kendimizi sevmeye başladığımızda, onları da başka bir yerden sevmeyi öğreniriz.


Kaynakça

  • Bowlby, J. (2012). Bağlanma: Ebeveyn ve çocuk arasındaki sevgi bağları (Çev. G. Gündüz). Pinhan Yayıncılık.
  • Fonagy, P., Gergely, G., Jurist, E. L., & Target, M. (2021). Kendiliğin gelişimi, duygulanım düzenleme ve mentalizasyon (Çev. S. Akıncı). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
  • Lieberman, A. F., & Van Horn, P. (2008). Psychotherapy with infants and young children: Repairing the effects of stress and trauma on early attachment. Guilford Press.
  • Schore, A. N. (2001). Effects of a secure attachment relationship on right brain development, affect regulation, and infant mental health. Infant Mental Health Journal, 22 (1–2), 7–66.