Anlamaya çalışmak... Ne kadar da klişe, ne kadar da kolay bir laf gibi duruyor, değil mi? Oysa anlamak, birinin yaşadığı her şeyi hoş görmek, hatalarının sorumluluğunu almamasına göz yummak değil. Anlamak, bir insanın içinde bulunduğu koşullar çerçevesinde kendisini ne kadar değiştirebildiğini, ne kadar yol alabildiğini samimiyetle incelemek demek. Peki, bu yolun sonunda kim var? Kimi ve neyi anlamalıyız?
Aklımdaki sorular hiç bitmiyor. Erkekler neden bizleri anlamakta zorlanıyor? Neden duygularını ifade etmekte bu kadar güçlük çekiyorlar? Duygularını ifade edebildikleri kelime sayısı neden üçü, beşi geçmiyor? Neden öfkelendiklerinde neler yaptıklarını ya da yapabileceklerini biliyoruz da sevindiklerinde ne yaptıklarını kestiremeyebiliyoruz?
“Erkekler ağlamaz.” kültürüyle büyütülen sadece erkekler mi? Yoksa bizler de onların duyguları olmayabileceği ön kabulüyle hareket ederek “Ne anlar ki?” diyerek onları bir kenara mı itiyoruz? Ya da duygularını ifade etmeye çalışan bir erkek, hemcinsleri tarafından nasıl zorbalanıyor? Sırtlarına "karı gibi" etiketleri yapıştırılmıyor mu? Sanırım erkekliğin de bir hapishanesi var.
Modern dünyada erkeklik, geleneksel olarak güç, sertlik ve duygusuzlukla eşleştirilmiş bir kalıp. Bu kalıp, sadece kadınlara değil, erkeklerin kendisine de zarar veren bir “sınırlayıcı erkeklik” kültürü yaratıyor. bell hooks gibi yazarların da işaret ettiği gibi, ataerkil duvarlar bu hapishaneyi sağlamlaştırıyor. Oysa biz, o duvarları yıkarak erkekliğin daha insancıl, şefkatli ve özgür bir hale gelebileceğini biliyoruz.
Erkeklerin duygusal dünyasının nasıl köreltildiğini her gün gözlemliyoruz. Korkularını, kırılganlıklarını gizlemek zorunda kalıyorlar. Kendilerinden, çevrelerinden ve en önemlisi sevdiklerinden uzaklaşıyorlar. İlişkilerde iletişimsizlik ve şiddet, bu kopukluğun kaçınılmaz bir sonucu oldu.
bell hooks, Değişim İsteği Erkekler, Erkeklik ve Sevgi isimli kitabında bu durumu “sevgi yoksulluğu” olarak tanımlıyor. Ona göre, ataerkil kültür erkeklere sevme ve sevilme yetilerini unutturdu. Onların tek ifade biçimi olarak öfkeyi yüceltti. Bir erkek mutsuzsa, üzgünse, korkuyorsa bunu sadece öfkeyle gösterebildi. Oysa biliyoruz ki, gerçek sevgi, bu sınırlayıcı kalıplardan kurtulmanın en güçlü aracı.
hooks’un en umut veren düşüncelerinden biri, toplumsal cinsiyet eşitliğinin erkekler için de bir kurtuluş yolu olmasıydı. Evet, yanlış duymadınız. Toplumsal cinsiyet eşitliği sadece kadınların özgürleşmesi için değil, erkeklerin ataerkil baskıdan kurtulup daha bütüncül ve duygusal bir yaşam sürmesi için de bir fırsat. Bir erkek, bir kadının yaşadıklarını anlamaya çalıştığında, aslında o eşitlik bilincinin ilk tohumlarını atıyor.
Şiddetten arınmış, duygularını ifade edebilen, şefkatli bir erkeklik; hem erkeklerin kendi mutlulukları hem de tüm toplumun sağlığı için hayati önem taşıyor. Bu yolculuk, ataerkil zincirleri kırarak, hepimizin kendisini daha güvenli ve eşit hissedeceği bir dünya inşa etme potansiyeli taşıyor. Ve bana sorarsanız, bu yolculuk hep birlikte atılacak adımlarla çok daha kolay.