Her gün bisikletimle gidiyorum çalıştığım bankaya. Kaldırımdaki yaprakları hışırdata hışırtada para hapishanesine doğru yol alıyorum. Evden çıktım mı tam yirmi iki dakika sonra görevimin başındayım. Sabahları hava serin ama bu daha iyi, uykum açılıyor. İş çıkışı ise günün tüm gerginliğini tekerleklerin altında eziyorum. Hele rüzgâr da boynumdan, gömleğimin düğmeleri arasından girip sardı mı bedenimi, ne müdürün hesap soran bakışları ne de müşterilerin saçma sapan konuşmaları kalıyor üstümde.
O gün vites geçişlerinde sorun çıkınca tamirciye gitmiştim. Kapı kapalıydı. Camdaki numarayı arayacağım sırada, bisikletçinin karşısındaki mescidin önünü süpürmesinden imam olduğunu tahmin ettiğim, sakallı, başı takkeli orta yaşlardaki adam, yarım saat sonra açacak, istersen Arif Usta gelene kadar namazını kıl, dedi eliyle içeriyi göstererek. Namaz kılmıyorum ben, dedim. Bir an duraksadı, nasıl olur yahu der gibi yüz ifadesini takınarak sakalını kaşıdı, gülümseyip niye, diye sordu. Allah’la aram iyi, karşılığını verdim ben de tebessüm ederek. Bir şey demeden süpürmeye kaldığı yerden devam etti.
Aradan iki hafta geçmişti. Tanıdığım iyi bir doktora muayene olduktan sonra hastanenin altında yan yana sıralanmış eczanelerden birine gelişigüzel girdim. Kadın erkek beyaz önlüklü beş altı kalfa, hastalarla kendilerini ayıran cam bölmenin ardında oturuyordu. İlk kalfaya yaklaştım, bu yirmili yaşlardaki parlak yüzlü zayıf delikanlı kalktı ayağa, buyur abi, dedi. Reçeteyi uzattım, kimlik numaramı söyledim. Sergenden birer birer indirdi ilaçları. Bilgisayarda işlemleri yaparken başka hastalar girdi içeriye. Parayı öderken eliyle işaret etti, yaklaştım cama. Abi, dedi fısıldar gibi diğerlerinin anlayamayacağı sesle, içkiyi sigarayı bırakırsan bu kolesterol hapına gerek kalmaz. Ben de ayıp bir şey söylüyormuşum da diğerlerinin duymasını istemiyormuşum gibi yaparak etrafı kolaçan ettim, yüzümü cama dayadım, fısıldayarak, içki de sigara da içmiyorum ki ben, dedim. Genç kalfa camdan uzaklaştı, tıpkı imam gibi, nasıl olur yahu diyen yüz ifadesini takındı.
Kalfa kendinden o kadar emin söylemişti ki, sigara ve içki içtiğimi birkaç kez daha yineleseydi ikisini de kullandığıma neredeyse inanacak, tövbe valla, bunları bırakacağım artık, diyecektim.
İmama kızmadım, kalfaya da kızmadım tabii. Tanımadıkları, ilk kez gördükleri biriyle böyle konuşmaları ya cesaretin ya cehaletin sonucu olsa gerek. Belki de şaka yapmak istediler. Bayılırım dalgacı insanlara. Aslında ben de her ne kadar ciddi bir ortamda çalışsam da şakacı biriyimdir. Alı al moru mor içeri dalıp, kredide indirim varmış yararlanabilir miyiz, diye soranlara, yok efendim bankalarda her zaman bindirim vardır, ondan yararlandıralım sizi, diyorum. Krediye başvuran müşterilerimize, bankamız tarafından öpülmeye hazır mısınız, diye çok güzel bir şaka yapıyorum örneğin ama tabii çoğunlukla gülmüyorlar. Neyse ki müdür bey duymuyor bunları yoksa gerçekten öper beni.
İmama gitsem, hocam hadi iyisin yine, torpili nereden buldun, bu yıl da diyanet kontenjanından onuncu kez bedavadan umreye gidiyormuşsun. Bak hocam, torpil bulamayan ya da hak yemek istemeyen öteki imamlar sana çok kızıyor, desem… Eczaneye varıp, yeğenim artık bırak şu kumarı, çoluğuna çocuğuna acı en azından, diye çıkışsam… Ben kumar oynamıyorum, evli değilim, çocuğum da yok yanıtını verdiğinde, olur mu yahu, senin haberin yoktur, diyerek kararlı yüz ifadesini takınıp sakalımı kaşısam nasıl olur.