KİMSENİN GÖREMEYECEĞİ YERDE

Dokuz yıldır görev yaptığın İstanbul’dan İzmir’e şef olarak atandığın için sevinçliydin. Tapu müdürü gerekli yazışmaları yarım günde özenle tamamlayıp, “İlişiğiniz kesildi, yeni görev yerinizde başarılar dilerim Ramazan Bey” diyerek elini uzattı, “yalnız yolluk işi epey karışık, bizim aklımız ermiyor, milli eğitimde beşinci katta Tayfun Bey var, o halledecek yetmiş liraya, daire kapanmadan yetişin.”    

Kuru kuru tokalaşma mı olur, öküz öldü ortaklık bozuldu der gibi, adamın onca iyiliğini gördüm, dedin içinden, bir kez daha tokalaştın, başını uzattın usulca, ikinizin de tombul yüzü terli, yapış yapış olduğundan bir sağdan bir soldan kafa tokuşturdun. Kara gözlerin ışıl ışıldı, “Sizi epey yordum, çok teşekkür ederim müdür bey, sağ olun.”

Elinde dosyayla koşa koşa vardın durağa. Asfalt tütüyordu. Otobüs her zamanki gibi tıkış tıkıştı, arka kapıdan adımını atar atmaz ağır, ekşi, ter kokusu burun direklerini sızlattı, içini baydı. Otobüs ansızın yavaşladığında, dönemece hızla girdiğinde ıslak ellerinle sıkı sıkı tutundun. Terden gözlüğünün camları buğuluydu. Yedinci durakta inince, başında taşıdığı incecik tahtaya üst üste simitleri dizmiş, nohut gözlü, saçları ağarmış simitçiyle burun buruna geldin. Acıktığını duydun. Simitten ısıra ısıra yokuş yukarı koşar adım yürüdün.

Tayfun Bey’in odasına alı al moru mor girdiğinde, odadaki iki kadınla iki erkek memur donuk donuk baktılar sana. Sol kaşının üstünde iri beni olan orta yaşlardaki memur kalktı ayağa, “Buyurun Ramazan Bey hoş geldiniz” diyerek sandalyeyi gösterdi. Alnını, boynunu silerek oturdun. Tayfun Bey konuşurken ikide bir sağ gözünü kırpıyordu, tiki mi var yoksa bir şey mi anlatmak istiyor, ayırt edemedin. Birden aklına geldi, ayağa kalkıp cüzdanı çıkarmıştın ki Tayfun Bey de ayağa kalkıp telaşla “Ben para için yapmıyorum ki” dedi, diğer memurlara kaçamak bir bakış attı, “lütfen koyun yerine.” Sen başını çevirince, göz ucuyla sizi dikizleyen kadın memurlar suçüstü yakalanmışlar gibi gözlerini kaçırdılar. Pencerenin önündeki masada kamburu çıkmış, alın çizgileri derinleşmiş diğer erkek memur ise kalın camlı gözlüğünü burnunun ucuna indirmiş, gazetenin bulmacasını çözüyordu.

Yolluk dosyasını usulca aldın masadan, “Bir şey danışacağım size” deyip koridora çağırdın adamcağızı. Masanın önünden geçerken yaşlı memur, çocukları korkutmak için ansızın pöh! diyenler gibi, gazeteden başını kaldırıp“İroni!” diye sordu. “İnce alay” dedin. Odadan çıkar çıkmaz elini arka cebine atmıştın ki Tayfun Bey “Olmaz burada olmaz!..” dedi telaşlı sesiyle, kaşlarıyla  tavanı gösterdi “kameralar var, merdiven boşluğuna gidelim.” Basamaklarda cüzdanı çıkarıp, kâğıt yüz lirayı uzattın. Adam eline bakmadan attı parayı cebine. “Eşinizle çocuklarınızı da ekledim, en geç haftaya alırsınız yolluğu.” Teşekkür ettin, bir şey söyleyecek gibi oldun, caydın, tam ayrılmıştınız ki arkasından seslendin “Ee şey!.. Tayfun Bey, bozuk yoktu, yüz lira vermiştim de… üstünü alabilir miyim acaba?”  “Aaa!.. öyle mi, cüzdanım çekmecede hemen getiriyorum” diye karşılık verdi doğal bir sesle, müşterisine para üstü veren bakkal gibi.

Kimsenin göremeyeceği merdivenlerde otuz liranı aldın. Tayfun Bey’in odası klimalı olduğundan yüzü terli değildi.                     

                                                                                                                        ALİ TURGAY KARAYEL

YORUM EKLE
YORUMLAR
KENANBOZKURT
KENANBOZKURT - 4 yıl Önce

Biraz düşün çeli bir durum keşke merdiven altı olmasaydı ama oda olmayıca işler güçler yürümüyor gibi ne dersiniz