BAHRİ TOMBUL

Bahri Tombul seçimlere bir yıl kala birdenbire umreye gitmeye karar verince ailesi, yakınları o taraklarda bezi olmayan Bahri’ye pek şaştılar. Herhalde artık uslandı, kumar filan oynamaz gayrı, diyerek çok sevindiler. İnsanın belli bir yaştan sonra aklı başına geliyor tabii, dediler. Umreden döner dönmez partiye üye olunca bir kez daha hayret ettiler. Bahri siyasetin s’sini bilmez ki. Gazete okumaz, haber dinlemez, ayda yılda bir uğradığı kahvehanede siyasal tartışmalara denk gelse bile ağzını açmazdı. Akşamları beyaz eşya mağazasını kapatınca doğruca sigara dumanından göz gözü görmeyen ormancılar kulübüne gider, kumarını güzel güzel oynar, pazar günleri de arkadaşlarıyla tavşan avına çıkardı.

            İşleri epeydir yolunda gitmeyen Bahri Tombul’un tek umudu belediye başkanlığını kazanmaktı. Yerel seçimlere altı ay kala aday adayları mantar gibi türedi. Partinin üyeleri belediye başkan adayı gösterecekleri kişi için gizli oylama yapacaktı. Kimse şans vermiyordu Bahri’ye. Çıksa çıksa on oy çıkardı.

Seçimler yapıldı, oylar sayılmadan sandıklar parti genel merkezine gönderildi. Aradan bir hafta geçmeden genel merkezin Bahri’yi aday gösterdiği haberi gelmesin mi. Herkes bu işte kentin varlıklı ailelerinden müteahhit Yalçın Yapar’ın parmağı olduğunu düşündü. Yalçın Yapar’ın partide gizli bir ağırlığı vardı. Bahri’yle de çocukluk arkadaşı olduğuna göre…

            Erken kalkan yol alır, diyerek Bahri kolları sıvadı, çalışmaya başladı. Tığla örülmüş gül biçimli beyaz takkesini başına geçirip her hafta kentin değişik bir camisinde cuma namazına gidiyordu artık. Her perşembe öğle namazından sonra mevlit okutuyor, mevlidin ardından pilav üstü et döner, yanında fıstıklı baklavayla ayran dağıtıyordu. Diğer zamanlarda cemaat zar zor iki sıra olurken yemek verileceği vakitlerde caminin içi dışı tıka basa doluyordu. Yemekler cami avlusunda verildiğinden, mevlit bitiminde uzun kuyruğa takılmamak için cemaat önce avluyu dolduruyor, avluda yer bulamayanlar gönülsüzce cami içine gidiyordu.

            Seçim günü yaklaşınca yarış da kızıştı. Bahri hava kararınca karısını yanına alıp kamyonetiyle kapı kapı dolaşarak oy istiyordu gece yarılarına dek. Kuru kuru gitmek olmayacağından bazı evlere halı, bazılarına televizyon, elektrikli süpürge veya küçük mutfak araçlarından götürüyor. Elinde bunlar yoksa birer çeyrek altın bırakıyor. Tabii mağazada satış yapsa parasını alır, para almazsa da senet yapar, imza attırırdı. Şimdi bu hediyelere karşılık oy vereceklerine ilişkin imzalı kâğıt alamayacağına göre, karısının yanında taşıdığı Kuran’a el bastırıp yemin ettiriyor. Yemini bozmak günah olduğundan, ayrıca Kuran’a el bastırdığından ona göre oylar kesin cepteydi. Gerçi arabayı doldurup boşaltmaktan, halıları taşımaktan bitkin düşüyor, beli de ağrıyordu ama olsun zararı yok. Halk için çalışmak kolay iş değil, bu işler her babayiğidin harcı mı canım, diye düşünüyor, bu düşünceyle ağrıları hafifler gibi oluyordu.

Ne demişler, yazın harmanda başı pişenin kışın ocakta aşı pişer. Bahri Tombul da emeklerinin karşılığını gördü. Çok istediği belediye başkanlığı koltuğuna dokuz oy üstünlüğüyle de olsa oturmayı başaran Bahri başkan, ilk iş olarak çarşının ortasındaki belediyeye ait değerli bir arsanın satışı için önümüzdeki haftaya açık artırmanın yapılacağını, seçimden önce söz verdiği yakın arkadaşı müteahhit Yalçın Yapar’a söyledi. Açık artırmaya başkaları katılır da arsayı davetsiz konuklara kaptırırsam diye korktuğundan ne olur ne olmaz diyerek kentin varlıklı adamlarını telefonla tek tek arayıp alıcı olmamaları için uyardı.

Başkan Bahri Tombul, Yalçın Yapar’a seçim çalışmalarında tam bir milyon lira borçlanmıştı. Ondan önce de yaklaşık beş yüz bin liralık kumar borcunu yine sağ olsun arkadaşı kapatıvermişti. Şimdi en az beş milyon lira ederindeki arsayı bir milyona bu yardımsever dostuna verecekti. Ne var ki aday belirleme sürecinde Bahri Tombul’un kayırmayla önlerine geçirildiğini düşünen rakipleri çomak soktular bu işe. Açık artırma günü birleşip onlar da alıcı çıktılar arsaya. Yalnızca arkadaşının katılacağını sandığından bacak bacak üstüne atmış, koltukta kaykılarak oturan Bahri başkan, davetsiz konuklar kapıdan girince afalladı. Gözlerini iri iri açarak bir daha baktığında, “Selam başkan” diyerek bıyık altından güldüklerini görünce de kan beynine sıçradı.

 Bir milyonla başlayan artırmayı altı milyonu bastıran rakipler kazanınca Bahri Tombul öfkesinden bayılıp koltuktan yere yuvarlandı. Yardımcıları yetişti, yüzükoyun kapaklandığı yerden kaldırdılar. Öfkesinden yumruklarını sıkan müteahhit Yalçın Yapar da başkanın yardımına koşanlara, “Bırakın hergeleyi, bir şey olmaz bu kumarbaz pezevenge!” diye bağırdı. Başkan kendine gelince hüngür hüngür ağlamaya başladı.

            Yardımcıları başkanın eline yüzüne su çaldılar, yakasını gevşetip burnuna limon kolonyası koklattılar. “Cumaya geç kalacağız efendim, toparlanın lütfen,” deseler de boşa… Başkan Bahri Tombul’un yerinden kalkacak hali yoktu. Hemen bir çözüm buldular, odaya leğen getirdiler. Pet şişelerdeki suyla ellerini ova ova yıkadılar, ağzına burnuna su verdiler,  yüzlerini kollarını ayaklarını da güzelce yıkayıp abdestini aldırdılar. Abdest alınca başkanı bir kez daha hıçkıra hıçkıra ağlama tuttu. Hem ağlıyor hem de kıllı, kalın elleriyle dizlerine pat pat vurarak “Dün öleydim bugünü görmezdiiim!.. Dün öleydim bugünü görmezdiiiim!..” diye ağıt yakar gibi uzata uzata aynı cümleyi yineliyordu. Yardımcıları ne yapacaklarını şaşırdılar,  avutmak, acısını hafifletmek için “Başkanım ne olur ağlamayın, abdestiniz bozulacak” dediler. Bahri Tombul dizlerini dövmeyi bırakıp en yakınındaki yardımcıyı şap diye tokatladı, “Ağlayınca abdest mi bozulur hergele!”

                 Av eti yiye yiye besili dana gibi ağırlaşmış başkanı sırtladılar önce ama baktılar sırtta taşınacak gibi değil, bu kez kollarına girip makam arabasına zar zor götürüp merkezdeki büyük camiye yetiştirdiler. Başkan ağlamamak için dudaklarını ısıra ısıra camiye girdi, tam orta yere, kubbenin ortasından sarkan zincire bağlı büyük avizenin altına çöktü. İmam o sırada vaaz veriyordu kürsüden. “Bu dünya fâni, sevelim sevilelim, kimsenin kalbini kırmayalım” diyerek öğütleri sıralıyordu coşkulu sesiyle. Bir ara göz göze geldiği başkana gülümsedi. Başkan oralı olmadı. İmam ikinci bakışında başkanın sağa sola sallanıp içini çeke çeke ağladığını görünce, verdiğim vaaz da çok duygulandırıyor diye düşündü, daha bir coştu, sesi titremeye başladı, gözleri buğulandı, o da neredeyse kendi kendini ağlatacak duruma geldi. Bu sırada her cuma namazında olduğu gibi başkanın çevresine oturan belediyenin sözleşmeli işçileri de dudaklarını büzdüler, gözlerini kıstılar. Ağlama öncesi olması gereken yüz anlatımını takındılar zorlaya zorlaya. İlkin zabıta görevlisi ağlamayı başardı, o ağlayınca diğerlerinin önünü açtı, sonunda ötekiler de çok sevdikleri bir yakınlarını toprağa vermiş gibi güçlük çekmeden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar.

                 Avizenin altındaki cemaatin gözyaşlarının sel olduğunu görünce sesi daha da çatallanan imam, “Ne demiş gönüller dostu Derviş Yunus, onlar ki çoktur malları gör nice oldu halleri / sonucu bir gömlek giymiş onun da yoktur yenleri.” deyip koyuverdi kendini. O da artık oturduğu yerde bir sağa bir sola ağır ağır sallanıyor, bir yandan da cübbesinin yakasıyla gözyaşlarını siliyor, hüngür hüngür ağlıyordu.

ALİ TURGAY KARAYEL

YORUM EKLE