SINAV

                                                                                           Altıdan Sonra Tiyatroya…

Dört kişilik seçici kurul, devlete alınacak edebiyat öğretmenlerini belirlemek için oturuyordu masanın başında. Hepsi takım elbiseliydi. Sınıf öğretmeni Turan Törlek aynı zamanda bir sendikanın başkanıydı. Cavit Cırcır ilahiyat fakültesini bitirmiş, ortaokulda müdürdü. Hayvan tohumlama üzerine uzmanlaşmış Selami Sürgün hem veteriner,  hem de bir partinin mahalle sorumlusuydu. Sağ kolunu kalorifer peteğinin üstüne yaslamış, sarı benizli dördüncü üye Özkan Ötürük ise, lise birde iki yıl üste üste kalıp okuldan kovulsa da eniştesinin belediye başkanı seçilmesinin ardından belediyeye temizlikçi olarak girmiş, iki hafta çöp kamyonuyla sokak sokak gezdikten sonra zabıta müdürü oluvermişti.

Tavanları yüksek, eski yapının büyük kapısı, duyulur duyulmaz vuruşla tıklandı, ardından gıcırtıyla ağır ağır açıldı. Öğretmen adayı, yere bakarak ürkek adımlarla kurulun karşısına geçti. O sırada, alışkanlığından olsa gerek, serçe parmağıyla burun deliklerini kaşıyan Turan Törlek, “Buyurun oturun,” dedi sandalyeyi göstererek. Kadıncağız usulca sandalyeye ilişti, ellerini iki yanına saldı, olmadı, dizlerinin üstüne koydu, o da olmadı, kavuşturdu sonra ancak onu da uygun bulmayınca yine iki yanına bıraktı. Başı öne eğikti, yanakları pembe, kulakları al aldı. Yüz hatları yumuşak, sarı saçlı, yeşil gözlü bu genç hanım, alımlı görünüşüyle kuzey ülkelerinin kadınlarını andırıyordu.

“Edebiyat öğretmeni olacaksın ha!.. İnşallah hadi bakalım! Kitaplarla aran nasıl, okumayı seviyor musun?” diyerek ilk soruyu patlatan Cavit Cırcır, jilet gibi ütülenmiş bembeyaz gömleği, lacivert takımı, kırmızı kravatı, geriye taranmış ıslak, gür saçlarıyla düğüne gelmiş gibiydi. “Evet hocam, kitapları severim, çocukluğumdan beri okurum,” diye yanıtladı başını hafifçe kaldırarak, titrek bir sesle. Karşısındakilerin gözleri üzerindeydi, biliyordu. Öğrenciliği boyunca birbirinden güç onlarca sınavı başarıyla geçmiş, son dönemeçte, öğretmenlik için girdiği sınavlardan da epey yüksek puan almıştı. Ancak hiçbiri şimdiki gibi zor değildi. Avuç içleri ıslak ıslaktı. Alnında boncuk boncuk ter birikmişti.  Başı dönüyor, oda kararıyor, kendini toparlamak için gözlerini iri iri açıyordu.

Turan Törlek masadaki bardağı uzatarak “Şu suyu iç bakalım, heyecanlandın galiba,” dedi. Veteriner Selami, genç kadını rahatlatmak için atıldı birden, “Aman canım, alt tarafı bir sınav, ucunda ölüm yok ya.”  “Tabii ya, heyecanlanacak ne var,  kız kardeşim de sizin gibi edebiyatı bitirecek inşallah, üniversite sonda şimdi,” diye sesini incelterek araya girdi zabıta müdürü Özkan Ötürük. Suyu içerken içinden kendine kızdı, dedikleri gibi çıkmadı, saçma sapan insanlar değillermiş, önyargı ne kötü…

Soluk alış verişi düzelmeye, gergin vücudu gevşemeye başlamıştı şimdi. Kadının yüzüne yansıyan rahatlamadan yüz bulan zabıta müdürü, “Nerelisin sen bakem, dur tahmin edem…” Ağız taklidi yaparak, “A be sen Trakyalı mısın be ya?” deyip uzun uzun kahkaha attı. Ne var ki kendinden başka kimse gülmedi. Genç kadın gözlerini yere indirdi yine, “Hayır efendim Çorumluyum,” karşılığını verdi. Sesi titremiyordu artık. Özkan Ötürük, bu tutmadı bir daha bismillah deyip aklına gelen parlak soruyu döküverdi, “Hadi bil bakalım, insanlar leblebi yiyince neden su içer?” Kadının yanıtlamasına izin vermeden veteriner, meslek bilgisini konuşturarak atıldı, “Canım ne var bunda… İnekler yal yiyince ne olur, susar; leblebi de susatır adamı, değil mi ya?” Zabıta müdürü alaycı, küçümseyici bir bakış fırlattı veterinere, “Hayır, bilemedin, osurunca tozmasın diye su içerler” diyerek gözlerini kısıp koca göbeğini hoplata zıplata kahkahayı patlattı yine uzun uzun, “Puu haa haa!..” Gülmekten yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildi, neden sonra durulunca çevresine baktı, yine kimse gülmemişti.

Okul müdürü Cavit Cırcır, başını yana çevirmiş, ters ters süzüyordu onu, “Ciddi bir iş için toplandık burada… eğlenme zamanı mı şimdi,” diyerek payladı üstelik. Koltuklara kaykılarak oturan kurulun üç üyesi, Cavit Hoca’nın azarının ardından toparlandı.  Kürdanı dudağının kenarında sigara içer gibi kıstırmış sendika başkanı Turan Törlek, gözlerini kadına çevirdi, “Söyle bakalım, sabah uyanınca eşine ne dersin?” “Efendim ben evli değilim ki.” Yüzü asıldı, ağzındaki kürdanı tükürerek yere fırlattı, “Yahu evli olsan ne söylerdin?” diye sordu sesini yükselterek. “Günaydın, derim herhalde.” “Niye yav! hayırlı sabahlar, demez misin?” Kadıncağız afallamıştı. Artık ne heyecanı, ne baş dönmesi vardı. İçine ansızın oturan koca bir şaşkınlık hepsini alıp götürmüştü.

Uğuldayan ılık rüzgâr, kağşamış tahta pencerelerin aralıklarından içeriye girmeye çalışırken ıslığa benzeyen ses çıkarıyor, perdeleri oynatıyordu. Buruşuk, kirli beyaz saten perdelerin aylardır yıkanmadığı belliydi. Kurulun önündeki masanın örtüleri de temiz sayılmazdı. Genç öğretmen perdelerle örtülerin ne denli iğrenç göründüğünü şimdi ayırt etti. 

Sendika başkanı Turan Törlek, “Peki genç bayan, sence kötü giden bir evliliği düzeltmek için ne yapmak gerekir?” Aday öğretmen bu kez şaşırmadı. Meğer dedikleri doğruymuş, diye geçirdi içinden. Bir şey söyleyecek oldu. Yutkundu. Annesi onu babasız büyütmüştü. Tekstil fabrikasında, tozun pisliğin içinde yavrusu okusun diye ömrünü çürüten o yüce kadın gözlerinin önüne geldi. Yutkundu. Yıllarca verdiği emek birkaç dakikanın içinde, böyle aptalca sorularla kül olacaktı. Hayır hayır… Sorular aptalca değil, bilerek yapıyorlardı. Elemek için… Eleyip bilmem kimin hangi yakınını önüne geçireceklerdi. Böyle ahlaksızlıkları sık sık duymuştu daha önce. Bire bir yaşayanlar anlatırlardı hep. Sınavları vermek için sabahlara dek çalıştığı, uykulu uykulu okula gittiği günler geldi aklına. Yutkundu.  Bir şey demeyecekti, ağlamayacaktı da… Ağzından duyulur duyulmaz,  “Bilmiyorum efendim” çıktı yalnızca.

Sandalyeye oturduğundan beri ilk kez kendi ayakkabılarının ne denli parlak olduğunu ayırt etti. Önemli günlerde annesi ondan önce uyanır, ayakkabılarını siler, boyar, kapının önüne koyup işe öyle giderdi.

“Bir soru da ben sorayım madem” dedi veteriner Selami Sürgün, “Evli değilsin tamam ama evlenince en az kaç çocuk doğurmayı düşünüyorsun?” Genç kadın dayanamadı, “Bu sorularla edebiyat öğretmeni olmamı nasıl ölçeceksiniz hiç anlamıyorum” diyerek çıkıştı. Kurulun tüm üyeleri, adayların sonsuz bir boyun eğişle, her zaman karşılarında el pençe divan durduklarını görmeye alışkındı. Şimdi afallayan kendileriydi. Bir ikisi homurdandı, ardından veteriner kravatını gevşetip konuşmaya başladı, “Bakın bayan, benim işim inekleri döllemek, kibarcası hayvan tohumlama uzmanıyım, inek gebe kalmazsa nesli tehlikeye girmez mi? Eee işte, anladın mı? Kadın çocuk doğurmazsa, çocuk olmaz ortada, çocuklar yoksa okul da olmaz, yani siz de… Anladın mı şimdi niye soruyorum?”

Genç kadın yerinden kalktı, yeşil gözlerini belertip delici bakışlarını dördüne dikti sırayla. Öfkeden burun kanatları titriyordu. Derin bir soluk aldı, “Evlenirim evlenmem size ne! Bir çocuk yaparım, beş çocuk yaparım, hiç doğurmam size ne ha size ne!..” diye bağırdı. O bağırınca diğerleri korkudan sinmiş, başlarını öne eğiyor, gözlerini kadından kaçırıyordu. Genç kadın, sol ayağını kaldırdı, ayakkabısını aldı eline, sonra diğerini kaldırıp ötekini de aldı. Işıl ışıldı ayakkabılar. Yalnızca bir iki saniye elinde tuttuğu ayakkabılarını tüm gücüyle fırlattı kalın kafalarına doğru. Kendine güvenen insanların yürüyüşüyle başı dik, yalın ayaklarını yere vura vura uzaklaştı. Büyük tahta kapıyı hızla çekti, kapı gıcırdadı yine. Odanın buruşuk, kirli, saten perdeleri bir iki havalandı, sonra yavaş yavaş dengeyi bulmaya çalışarak durdu.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Atanur tikin
Atanur tikin - 4 yıl Önce

Kurgu ve anlatım sahici gerçekçi sade ve anlaşılır

Ali Turgay
Ali Turgay @Atanur tikin - 4 yıl Önce

Teşekkür ederim Atanur Abi.

Bülent YAĞCIOĞLU
Bülent YAĞCIOĞLU - 4 yıl Önce

Sürükleyici yazınız, akıcı üslubunuzla, okurken zevk veriyor insana.
Emeğinize,kaleminize sağlık Turgay hocam

Ali Turgay
Ali Turgay @Bülent YAĞCIOĞLU - 4 yıl Önce

Sağ olasın Bülent Abi.