‘’Normalleşme’’ Sürecinde Takıntı-Zorlantı Bozukluğu

Koronovirüs döneminde ‘’normalleşme’’ süreci yavaş yavaş başladı ve her gün televizyonlardan ve haber kaynaklarından yeni bilgiler edinmekteyiz. Özellikle büyük şehirlerin birçoğunda sokağa çıkma yasakları kalktığı için birçoğumuz eski yaşantımıza yavaş yavaş geri dönebileceğimize dair umut taşıyoruz. Ancak yine de tedbirlerimizi ve önlemlerimizi almaya devam etmeliyiz. Normalleşme sürecine girdiğimiz bu dönemde, toplumda çok sık karşılaştığımız takıntı-zorlantı bozukluğunu ele almak istedim. Yani gündelik hayatımızda kullandığımız ‘’takıntılı davranışlar’’ ile ilgili bazı noktalara değinmek ve aslında bir kişinin takıntılı düşünce ya da davranışlarının ne anlama geldiğini ifade etmek uygun olacaktır. Kimimiz aslında dışarı çıkmakta biraz tereddüt ederken, kimimiz ise çoktan eski rutinine dönmeye başladı. Elbette bir anda eski düzenimize dönene kadar koronovirüsün bize öğrettiği tedbirleri devam ettireceğiniz. Ancak bu tedbirlerin aşırıya kaçması durumunda bu durum bir takım psikolojik problemlere eşlik edecek olabilir. Gündelik hayatta çok takıntılı olduğumuzu düşünsek de bazen zihnimize bir düşünce takılır ve bazen bir dert ediniriz ve bu süreçte kendimizi takıntılı bir insan olarak etiketleyebiliriz. Fakat takıntılar yoğunluğu, şiddeti ve işlevselliğimizi etkilemesi açısından tüm bunlardan çok daha fazlasını kapsamaktadır.

Peki, koronovirüs döneminde edindiğimiz tekrarlanan davranışlar ile takıntılı diyebileceğimiz davranışlar arasındaki fark ne?

Koronovirüs dönemi, beraberinde birçok davranışsal ve duygusal problemi ortaya çıkartırken bizlere bazı alışkanlıklarda kazandırdı ve bu tehdit algısı bizim kaygılarımızı yükseltti. Bu kaygılar zihnimizde çok sık tekrarlanan bir düşünceye dönüştüğünde (mikroplar beni ele geçirecek) bununla baş etmek için tekrarlanan davranışlar sergiliyorsak örneğin aşırı temizlik yapmak, elleri saatlerce yıkamak gibi burada davranışlarımızın ne boyutta olduğunu sorgulamakta fayda var. Eğer birçoğumuzun günlük ve sosyal hayatının çok büyük bir kısmı bu düşünce ve davranışlarla doluysa, bu durum takıntılı ve zorlantılı bir bozukluğa dönüşebilir. Örneğin, bir kişi kirlenme korkusu yani ellerim pis düşüncesinden kurtulamıyorsa, bu durum kişinin çok fazla kaygı yaşamasına sebep olur. Bu kaygıyla baş etmek için ise bir takım tekrarlayıcı davranışlar gösterir. Saatlerce ellerini yıkayabilir, aşırı dezenfektan kullanımından dolayı cilt yaraları oluşabilir, sürekli marketten gelen ürünleri yıkayabilir ya da hiçbir şeye dokunmayabilir. Tüm bunlar kişinin çok fazla zihinsel bir meşguliyet içinde olmasına yol açarken vaktini, gücünü ve tüm sosyal işlevselliğine de alıkoyabilir. Özetle koronavirüsün hayatımıza getirdiği tekrarlayan rutinler bir probleme dönüşebilir.

Takıntı-Zorlantı Bozukluğu bir diğer adıyla obsesif kompulsif bozukluk; obsesyonlar ve kompulsiyonlardan oluşan bir bozukluktur. Bazen gün içerisinde birçoğumuzun aklına zaman zaman istem dışı düşünceler gelir. Obsesyon adını verdiğimiz durum, her ne kadar düşünmek istemesek bile zihnimizde düşüncelerin takılı kalması ve bizi kaygılandırmasıdır. Öte yandan kompulsiyonlar; tekrarlamazsak rahatlayamayacağımız bazı rahatsız edici davranışlar sergilemek için içimizde bir istek duymamızdır. Örneğin temizlik ritüelleri gibi… Dışarı çıktığı için ve mikrop bulaşacağına inandığı için elleri çok fazla kez yıkamak veya duşta saatlerce kalabilmek gibi aşırı bir davranış örüntüsü sergileyebilirler. Ancak hepimizin zihinde var olan bu düşünceler ve davranışlar psikolojik bir bağlamda tanı almak için yeterli olmaz. Az önce de bahsettiğimiz gibi, davranışlarınızın ve düşüncelerinizin sıklığı, içeriği ve yoğunluğu oldukça önemli bir kriterdir.

Peki neden rutinlerimiz bazılarımızda takıntılı ve zorlantılı bir bozukluğa dönüşebilirken, bazılarımızda dönüşmez?

Öncelikle genetik faktörlerden dolayı kimisi obsesif-kompulsif bozukluk için yatkın olabilirken bir diğerinde bu durum gözlemlenmez. OKB(obsesif-kompulsif bozukluk) tanısı alan bir bireyin ailesinde de OKB tanısı alan bir kişi var olabilir. Öte yandan motivasyonel bir kavram olan ‘’sezgisel durağanlık’’ bir kişinin bir durumu öznel bir şekilde değerlendirebilmesi anlamına gelmektedir. Sezgisel durağanlık yeterince yemek yediğinize dair bir işaretle durmanız gibi, yeterince düşündüğünüz, yeterince temizlediğiniz veya nihayetinde bir tehlikeye yol açmamak için yeterince yaptığınıza ilişkin içinizden gelen bir sezgisel işarettir. Araştırmalar OKB tanısı alan bireylerde sezgisel durağanlık kavramının eksikliğinden bahsetmektedir. Kimimiz durmak için düşüncelerimizi bastırmaz ve bu kadarı yeterli diyemeyebiliriz. Ek olarak birçok araştırma, OKB tanısı alan insanların, bir şeyi düşünmenin onun gerçekleşme ihtimalini arttırdığına inanma eğiliminde olduğunu göstermiştir. Bu sebeple bir kişi ya ocağı kapatmadıysam düşüncesiyle, evde yangın çıkacağına dair yoğun bir kaygıya girebilir. Bu bağlamda, genetik faktörler, ailede görülen alışkanlıklar, sezgisel durağanlığın eksikliği ve çevresel faktörler OKB tanısının bazıları için daha kolay ortaya çıkabilmesine neden olabilmektedir.

Bu dönemde sergilenen tedbirler ve ‘’takıntılı davranışlar’’ arasında fark olduğunu bir kez daha belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu fark eylemlerimizin hayatımızın ne kadar büyük bir kısmını kapladığı, zihnimizde ne kadar sıklıkla tekrarlandığı ve kendimize engel olamama durumuna gelmesiyle farklılaşır. İşlev bozan her rahatsızlık veya bozukluk kişinin yaşamını güç hale getirirken, özellikle bu zorlu ve hijyenle iç içe olduğumuz bir dönemde, takıntılı temizlik düşünceleri ve bu kaygıları azaltmak için yapılan el yıkamak gibi davranışlar birçok kişinin yaşamını epey zorlaştırabilmektedir. Eğer yukarıdaki belirtilen obsesyonlardan veya kompulsiyonlardan herhangi biri veya her ikisi varsa bir uzmana danışmanız uygun olacaktır.

Tedbirlerimizi aldığımız ve sağlıkla kalacağımız güzel bir hafta diliyorum.

Sevgiler.

Kaynak: Kring, A. M., Johnson, S. L., Davison, G., & Neale, J. (2015). Anormal Psikolojisi (Çeviri Ed M Şahin). Ankara, Nobel.

YORUM EKLE