FELSEFE DEFTERİ-2

Mitolojiden bağımsız düşünme geleneği içerisinde karşımıza ilk olarak doğa filozofları çıkmaktadır. Onlar hem bilim insanı hem de düşünürdürler. Problemleri, evrenin varlığını borçlu olduğu asıl neden olan arkhe (arke) yi yine evren içerisinden bilgiler ile açıklamaktır. Thales bu ilk neden olan ve diğerlerinin kendisinden türediği varlığı “su” olarak belirler. İlçemiz Yeni Camii Avlusu’nda bulunan güneş saatinin de mucidi olan Anaksimandros ise bu ilk maddenin belirsiz bir nitelikte ve tüm evreni kapsayan bir ilke olduğunu öne sürerek aperion kavramını ortaya atmıştır. Daha ileride Demokritos ile varlığın temel yapısının atom olduğu tezi savunulur. Tabi ki bu atomculuk günümüzde bildiğimiz anlamda gelişmiş bir atom anlayışı değildir, ancak sadece düşünme ile maddede var olan temel yapıtaşını keşfedebilmesi felsefi düşünmenin ne kadar önemli olduğunu ve bilimlere katkısı olduğunu bize göstermektedir. Empedokles ise varlığın tek bir arkhe (arke)den değil de ateş, hava, toprak ve su dörtlüsünden ve onların birbirleri ile etkileşiminden oluşan yine hepimizin bildiği dört element teorisini ortaya atarak farklı görüşleri sentezlemeye çalışmıştır.

 Doğa filozoflarının maddi dünya içerisinden yaptığı bu açıklamalara karşıt olarak Pisagor var olan her şeyi sayı ile açıklamaya çalışmış ve her şeyin niceliksel olduğunu düşünmüştür. Doğal olarak bu anlayış matematiğin gelişimine katkıda bulunmuştur. Hepimizin bildiği üçgenler konusuyla ilgili Pisagor Teoremi onun sayesinde matematiğe kazandırılmıştır. Pisagor, felsefeyi maddi olan ile evreni açıklamak yerine pratik bir anlamda ele almıştır. O, insanların nasıl arınacakları ve kurtulacakları, maddi olanın ötesine nasıl ulaşabilecekleri üzerine bir öğreti oluşturmuştur. Buna bağlı olarak Pisagor aynı zamanda dini düşünce oluşturan bir tarikat lideridir. İnsan ruhunun ölümsüzlüğü fikri ile ruhun göç edeceği fikirlerini benimsemiş, bedeni olandan uzaklaşarak ruhun arındırılması gerektiğini savunmuştur. Yine Pisagor’a göre ruh yaptığı iyilik ve kötülükler açısından değerlendirilerek mutlak ölümsüzlüğe erişecektir.

Burada kısaca değinmeye çalıştığımız, bu iki farklı yaklaşım yani evreni kendisi içerisinde yorumlamak ve evreni onun ötesindeki metafizik bir gerçeklik ile anlamlandırmak karşıtlığı, felsefe tarihi boyunca çeşitli varyasyonlarla günümüze değin ulaşmış bir tartışmadır. Bu da bizlere felsefenin kesinlikle günlük hayatımızdan kopuk, yalnızca belli insanların yapabileceği ve uğraştığı bir disiplin olmadığını, felsefede tartışılmış veya bugün tartışılmakta olan konuların geçmişimizi ve geleceğimizi belirlediğini öğretmektedir. Toplumumuzda felsefe ile ilgili algı maalesef olumsuzdur. Bu olumsuzluğun altında yatan sebep toplum olarak okuma eylemimizin zayıflığıdır. Toplumumuzda okuma oranı çok düşük olmakla beraber okuyan kesim de genellikle belli bir bakış açısının yazınını takip etmekte, farklılıklardan kaçınmakta ve eleştirel bakış açısından çekinmektedir. Ülkelerin gelişmişliklerini sadece ekonomik üstünlükleri üzerinden yorumlamak doğru değildir. Ekonomisi gelişmiş ülkelerin istatistiksel olarak okuma oranları da yüksektir. Örneğin Japonya’da yılda yaklaşık 4 milyar kitap basılırken ülkemizde bu sayı 20 milyon civarındadır, yani ülkemiz yazını Japonya’dan 200 kat daha zayıftır. Sadece bu veri bile bizim adımıza üzücü bir durumdur. Okumayı, felsefi düşünceyi, kendimizi ve toplumumuzu ileriye taşımanın şartlarından biri olarak görmemiz ve desteklememiz gerekmektedir.

Yazımı Einstein’ın bir sözüyle bitiriyorum “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir.”  Hoşça kalın….

                                                                                                                             Kemal EMEKSİZ

                                                                                                     Eskişehir Üniversitesi Felsefe Bölümü

YORUM EKLE