BEKLEMEK DE GÜZEL

 

                                                                          “ İlle de görmek için mi beklenir güzel günler

                                                                            Beklemek de güzel”

                                                                                                                     Arif Damar

 

Kimi şiirler dilime dolanır benim.  En çok da tamamını bilmediğim dizeleriyle… Yatmadan önce, sabah kalktığımda, yolda yürürken… nerede olsam nereye gitsem dizeler benimle birlikteler. Sait Faik’in duyduğu “hişşt hişşt” sesi gibi, ben de sözcüklerin büyülü seslerini işitiyorum kimi zaman.

Ozanları anlayacak yaşa mı geldim yoksa? Bir şiiri yeniden okuyunca, tamam şimdi anladım bu kez, diyorum. Aradan zaman geçiyor, aynı şiir aklıma gelince yanıldığımı fark ediyorum yine. Öyle ki önceki okumamda eksik kalmış çoğu şey. Bu anlama işi hiç tamamlanamıyor gerçekte.  

            Tamamlanmasın. Dizeler dilime dolansın, ne çıkar bundan? Bir yaşam boyu hep başka başka anlamlarını bulayım onların ben. Değişik bir koku, ayrı bir tat alayım. İleride bir gün harfi harfine şiirlerin sesini, duygusunu, imgesini, rengini tam olarak kavrayabileceğimi bekleyerek geçsin zaman.

Cahit Külebi’nin eski sevgilisinden söz ettiği şiirini yıllardır bilirim. Ancak o da benim tam olarak anlayamadıklarımdan... Sevgilisini uzun zamandır görmemiş ozan; fakat onun tüm güzelliklerini bir bir sayabiliyor ve yapıtın bir yerinde “Rüzgar eserdi hafiften gözlerinde / Halden anlardı” diyor. Burada sanki anlatılan yalnızca kendi sevgilisi değil, yeryüzünün bütün gönülçelenleri… Şiirin sonunu “Yalnız ara sıra aklıma geliyor / Sabah akşam iş başında ve asfalt caddelerde” diyerek bitirmiş Külebi. Allah’tan ara sıra aklına geliyor. Yalnızca sabah akşam, bir de çalışırken ve bir de yolda yürürken… 

            Cahit Külebi’nin bu şiiri ile Necatigil’in “Gizli Sevda” sında söz ettiği kişinin ortak bir yanı var sanırım. Gizli Sevda’da ozan, arkadaşının eski sevgilisiyle yolda karşılaşır ve onunla konuşur. Bu konuşmadan anladığımız, yedi sekiz sene önce ayrılmalarına karşın ozanın arkadaşının kadını hâlâ sevdiğidir. Üstelik kadının evlenmesine ve iki çocuğunun da olmasına karşın onu unutamamıştır bir türlü. Her iki şiirde de unutmamayı canlı tutan âşıkların sevdiklerine kavuşacağı günü beklemesi olabilir mi? Acı verse de sevenler için beklemek güzeldir belki.

            Büyük ozanımız Nazım yıllarca tutuklu kalmış, özgürlüğüne kavuştuktan sonra da ölümüne dek yurt dışında yaşamak zorunda bırakılmış. Çok sevdiği memleketine, İstanbul’a, karısına, oğlu Memet’e karşı özlemi duyumsamış tüm iliklerine kadar. Özlem olmasa bu dizeler başka türlü nasıl yaratılır:

“kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin”

            Nazım böyle dese de hasreti duyumsadığı kadar umudu da yaşatmayı başarmıştır yüreğinde. O, hapiste yatana: “Yani içeride on yıl on beş yıl / daha fazlası hatta / geçirilmez değil / geçirilir / kararmasın yeter ki / sol memenin altındaki cevahir.” diye öğüt verirken ve karısına “ve unutma ki / daima iyi şeyler düşünmeli / bir mahpusun karısı.” derken içindeki sönmeyen umudu açıkça gösteriyor bize.

             Şiirleri tam olarak anlayacağım günü beklemek güzel. Âşığın sevdiğine kavuşacağı umudunu taşıması da… “Motorları maviliklere süreceğimiz” günü beklemek de güzel… Çünkü yine büyük ozanın dediği gibi belki de “en güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız”dır.           

                                                                                                         Çağdaş Türk Dili, Ocak 2017

                                                                                                               ALİ TURGAY KARAYEL

YORUM EKLE